Hakkımda
İstanbul doğumluyum. Annem ile babam ben 5 yaşındayken ayrıldığı için beni büyükannem ve büyükbabam büyüttü. Büyükbabam Mecidiyezade ailesinden (hala aynı adı taşıyan camileri Konya’da) Tahir Paşa’nın torunu Tahir Bey, büyükannem ise ulema ve medrese sahibi Ulusan-Karahafız ailesinin kızı Handan Hanım idi. Büyükannemi çok sevdiğim için Handan diye seslenirdim ve komşular çok eleştirirdi. Büyükbabam ise “boşver oğlum! Sen kendi doğru bildiğini yap, sadece kendi vicdanını dinle ve kimseye kulak verme!” derdi. Bunu hiç unutmadım ve hep öyle yaptım, yapıyorum. Handan’ım çok güzel ve iyi kalpli olmasının dışında çok iyi yemek yapardı.
Ama bana yemek yedirmek çok zordu. İştahsız ve çok sıskaydım. Yatılı olarak okuduğum Galatasaray Lisesi’nde de öyle idim. Üç sevgilim vardı: masa tenisi, sinema ve edebiyat. Lisedeki son senemde Galatasaray Kültür ve Edebiyat Şöleni Komitesi Başkanı oldum ve daha sonra gelenek haline gelen bu şöleni organize ettim.
Boğaziçi Üniversitesi’nde ekonomi okudum. Lisedeyken annem Selma Keşmir beni Taksim’deki Lamartin Caddesi’ndeki Çin lokantasına götürürdü. Köfte ve makarnadan sonra ‘tatlı-ekşi soslu karides’ sevdiğim üçüncü yemek haline geldi. Lise sondan itibaren kız arkadaşlarımı etkilemek için onları farklı lokantalara götürmeye başladım. Ama iyi yemek benim için hep ikinci planda kaldı. Ne zamana kadar? Lisans üstü eğitim için University of California, Berkeley’e gidene kadar. Orada dünyanın en kompleks içeceği, yaklaşık 200 aromaya sahip şarabı keşfettim.
Tadımlarda benden çok büyük ve işi bilenler “senin inanılmaz bir damağın var” gibi laflar edince şevkim arttı. Ama şarap yalnız içilmez ki? Giderek farklı şaraplarla neler yenirden yola çıkarak gastronomi ile ilgilenmeye ve tavuk hariç herşeyi denemeye başladım. Doktora tezi için 9 ay Paris’te kalınca da dünyanin en iyi şarap ve lokantaları ile tanıştım. Referans noktalarım oluşmaya başladı. Edebiyat ve sinema sevgisi devam etti. Tenis, masa tenisinin yerini aldı ve buna gastronomi eklendi.
Doktora tezim ‘Planning and Economic Development in Turkey and France: Bringing the State Back in’ 1990 senesinde Amerika Birleşik Devletleri’nde, American Sociological Association (Amerikan Sosyoloji Derneği) tarafından o senenin en iyi doktora tezi seçildi. Doktora sonrası World Bank’ta (Dünya Bankası) işe başladım. Sonrasında da, Brown University sosyoloji bölümüne asistan profesör olarak girdim.
Princeton’daki Institute For Advanced Study’e davet edildim ve bir yıl Albert O. Hirschman’ın yanında araştırma yaptım. Stanford University’e girerek hukuk okudum. Burayı ilk yüzde 10’a girerek JD derecesi ile bitirdim. Bir şirketin hukuksal işlerine baktıktan sonra Georgia Institute of Technology’de ‘kamu yönetimi’ bölümünde öğretim üyeliğine başladım. 2005 yılında Koç Üniversitesi’nde misafir profesör olarak ‘uluslararası politik ekonomi’ dersleri verirken Milliyet’te yazmaya başladım. ‘Vedat Milor’la Tadı Damağımda’ programı 2007’de başladığında, iki işi birlikte yürütmek imkansız hale geldiği için üniversiteden ayrıldım.
Halen Hürriyet Gazetesi’nde haftasonları yazılarım devam ediyor. Ayrıca 2004 yılında şimdilerde Michelin yıldızına sahip bir şef olan Mikael Jonsson ile kurduğum Gastroville’in devamı olan sitem Gastromondiale’de yazılar yayınlıyorum. Profesör Linda Susan Milor ile evliyim ve 15 yaşındaki kızımızın adı Ceylan Handan Milor.
En merak ettiğim şey mi? Milor adının nasıl ortaya çıktığı. Rahmetli dedem Mecidiyezade diye adlandırılan ailelerine ithafen Mecidiyeoğlu adını almak istemiş. Ama Soyadı Komisyonu “yabancı kökenli” diye reddetmiş. O da “peki Milor olsun!” demiş ve Komisyon kabul etmiş. Şapkadan tavşan çıkarır gibi. Nerden ve nasıl buldu bu adı İngilizce ve Fransızca bilmeden? Mecidiye’yi beğenmeyen Komisyon, Milor’u nasıl kabul etti? Aile büyüklerim dedemin Türkçe sözlükten “mil” (anlamlarından biri eksen) ve “or” (en yüksek rütbeli anlamında) kelimelerini gösterdiğini söylüyor. Büyükbabama bunu sormayı çok isterdim ama o vefat ettiğinde 13 yaşındaydım ve soramadım.