Et. Et ve et! Gözün doysun dedirten devasa porsiyonlar. Alev. Alev ve alev! Ete alev değmemeli, külde demlenir gibi pişmeli diye bilirdik ama herhalde eski usuller yandı bitti kül oldu. Tereyağı. Tereyağı ve tereyağı! Belki de margarin karışık. Anlamak zor.
Neden bahsettiğimi anladınız herhalde. Kökleşmiş etik değerlerin ortadan kalktığı ama yeni etik değerlerin oluşmadığı ülkemizde gastronominin ulaştığı son nokta. Bize özgü açgözlülük ve kronik acıkmışlık hissi ve bastırılmış cinsel güdüler ve şiddet duygusunun sublime edilmesi. Bunun sonucu ortaya çıkan yemek pornografisi. Futbol stadyumlarında kafa göz yarmak gibi başkalarına zarar veren cinsten değil ama sanki arada paralellik var. Spora ve sofraya kişisel gelişim ve bundan doğan haz duygusu yerine ikisine de eski Roma’da arenada gladyatörlerin savaşı gibi yaklaşmak. Tüketme ve yenme hırsı ve bunun sonucu oluşan tatmin duygusu. Spor ve gastronomi alanında drama. Hatta trajedi. Ya da traji-komedi!
Örneklerle anlatayım isterseniz. Instagram’da çok izlenen videolardan hepsi. Önce bıyık furyasına kendisini kaptırmayan, sakalsız ve bıyıksız biri geliyor. Tepsideki domatesin üzerinde çok kalın üç et parçası piramit şeklinde birleştirilmiş duruyor. Yemek pornografisinin zirvesi. Sonra etlerin üzerine tuz dökülüyor ve birden alevler çıkmaya başlıyor. Bir güzel pişiyor etler.
Daha da tiyatrovari olanını buldum Instagram’da. Katar’da sanatını konuşturan bir bıyıklı abimiz var. Palabıyıklı. Deri yelekli. Allah bin nazardan saklasın tam bir kılıç-kalkan uzmanı. Kasap bıçağını ve bileyiciyi devamlı havaya atıp tutuyor. Jonglör gibi… Tabii ki eti bakteri kovanı olan tahta tepside kesiyor. Ama o ne kesme! Ellerde siyah eldiven. Geri planda ‘eller havaya’ türü bir müzik. Sadece ‘saldırma’ kelimesini anlıyorum ama o büyük parça etlere ne biçim saldırma! İri kemikler bir tarafa. Her neresiyse Karabaş ile gelmeli buraya. En azından köpekçik aç kalmaz.
Üçüncü olarak kendisini gurme olarak adlandıran bir ustanın yaprak sarmasına geliyoruz. Bir orduyu doyuracak kadar sarma. Şefimiz Türk gibi kuvvetli. İri bakır tepsi üzerinde duran 100 kiloluk tepsiyi bebek kaldırır gibi kaldırıyor ve tersine çeviriyor. İçinde birbirine yapışık hamsiler. Daha dikkatli bakınca yaprak sarma. Bir de en az 30 adet kol gibi incik. Fiske vurunca dağılıyor. Arka plandaki melodi, ucuz giyim eşyası satan dükkânlarda müşteriyi bir an önce onu bunu alıp defolmaya iten türden. Bence bu lezzetli ama daha seyrederken ete doyuyorum ben.
Arkasından başka bir videoda tereyağı banyosu yapıyoruz. Bonfileler tereyağında cız cız pişiyor. En sıradan beyaz ekmek dilimleri tereyağına gömülü uzun süre bekliyor. İki ekmek arası hamburger! Ya da etli-ekmekli tereyağı çorbası! Şef, “Osmanlı tarihi”, “Baba evlada bırakmış” gibi bir şeyler söylüyor. Sevgili şef lütfen ecdadımızı karıştırmayalım çünkü onlara saygısızlık oluyor!
Ama illa atalarımızı işin içine sokacağız. Yavuz Sultan Selim’i anımsatan bir şef sahnede. Pek iç açıcı olmayan parça etler alev alev yanıyor. Tereyağı çorbası içinde yüzerlerken üzerlerine tavadan tereyağı boca ediliyor. Aynı tereyağı çok kısa sürede mayalandığı belli olan ekmeklere de yangına su dökmek gibi dökülüyor. Bir yandan ‘cız’ sesleri diğer yandan arka planda İngilizce müzik. Türkiye’mizin Doğu-Batı sentezi!
Altıncı sırada bir köfteci var ve tıpkısının aynısı. Etler, ekmekler ve 10 kilo tereyağı. Yandıkça gerisi geliyor yanmış tereyağının. Dipsiz kuyu!
Dahası da var. Videodan alıntı yapıyorum. “Aman Allahım arkadaşlar.. Şef Ayhan abi… Ne diyeyim sana… Her yerde rastlayamayacağımız ürün… Sunum da harika.”
Yine alevler, tuzlar, etler, patatesler. Görüntü beni benden aldı ve bu olağanüstü şaheseri yaratan ustanın yanında Picasso’nun falan toy çırak kaldığını düşündüm. Ama bir diğer şef daha da usta. Bunun videosunda alevler daha yüksek, tereyağı daha bol ve bu cehennemde güveç içinde kavrulan narin deniz ürünleri. Son olarak bir yemek tutkunu olarak tedavi olmakta tereddüt edeceğiniz türden bir doktorun eti pişirişine baktım. Galiba TV programı. Alevler bence daha yüksek olmalı. Ama yeşil önlük ile mavi plastik eldiven uyumuna bayıldım!
Tahtaya vurun, nazar değmesin. Steakhouse işi ve sunumunda kimse elimize su dökemez. Sunum şahane, gerisi bahane!
Not: Bu yazı 29 Nisan 2018 tarihinde Hürriyet’te yayınlanmıştır. Yazıya gitmek için tıklayınız.